Blog Arşivleri

Submarine

The IT Crowd‘daki aykırı ve olabildiğine komik Moss karakteri ile zihnimize kazınan Richard Ayoade‘nin ilk yönetmenlik deneyimi olan Submarine, Galli yazar Joe Dunthorne imzalı aynı adı taşıyan romandan uyarlama olarak karşımızda. “Coming-of-age” film türünün türevleriyle aynı zeminde olup da farklı bir bakış açısıyla işlendiği her halinden belli olan filmde Craig Roberts, Sally Hawkins ve Yasmin Paige‘in başrollerde arz-ı endam ediyor. Hikaye genel olarak 15 yaşındaki hiper-entellektüel ergen olan Oliver (Craig Roberts)‘ın çevresinde dönerken; Oliver‘ın Jordana (Yasmin Paige) ile olan flörtü ve annesinin eski erkek arkadaşının evlerinin yakınına taşınmasıyla beraber ebeveynlerinin evliliğinde meydana gelen çatlaklar üzerinden vûku bulan gelişmeler hikayeye derinlik kazandıran başlıca gelişmeler olarak göze çarpıyor.

Üç bölüm halinde bir prolog ve bir epilog ile çerçevelendirilmiş gayet yenilikçi ve dikkat çekici yapısıyla Submarine; kurgu olarak göz kamaştırıyor demek hiç de yanlış olmayacaktır. Kamera önünde olduğu kadar kamera arkasında da gayet maceracı olan Richard Ayoade; filmin isminden mütevellit “denizaltı” metaforunu hikayeye tutarlı ve hoş bir şekilde yayarken, filmde geçen kasedin A ve B yüzü nüansının Oliver’ın ilişkisine paralel şekilde dizayn edilmiş olması “göz kamaştıran” kurguya incelik kazandıran birkaç ayrıntıdan sadece bir tanesi. Yine bu bağlamda kasedin A yüzü “ilişkinin heyecanlı” kısmını resmederken, B yüzü ise babasının söylemiyle “ayrılık kısmını” resmediyor. Alex Turner‘ın etkileyici soundtrack parçaları da filmde buna göre geçiyorken, “A ve B yüzü” ayrıntısının filmin seyrini de açıkca ortaya koyduğu söylenebilir. Öyle ki; filmin ilk yarısı masalsı geçişler, sarsıcı donuk kareler, başarılı zoom-in / zoom-out ve vinç çekimlerle donatılmışken, ikinci yarısı ise daha çok depresif ve karanlık havada geçiyor.

Jordana ile olan ilişkisi ve anne babasının evlilik sorunları arasında gidip gelen, duygusal karmaşalarını bilinçli bir düzeye çekmeye çalışan Oliver; karakterine adeta can verirken, diğer karakterlerin de oldukça iyi performansı filme adapte olma konusunda izleyici hiç de zorlamıyor. Karakterlerin iç dünyaları doğal bir şekilde ekrana yansırken, sivri mizahi dille bezenmiş ironik diyaloglar ve kareler de filmin harika bir tonda ve sürekli tempoda ilerlemesini sağlıyor.

Çavdar Tarlasında Çocuklar, The Passion Of Joan Arc posteri, küçük hantal televizyon setleri, VHS kasetler, saç şekilleri gibi ayrıntılar küçük sahil kasabasında yaşayan Oliver‘ın hayal dünyası hakkında çok şey söylemenin yanında gerek filmin geçtiği dönem olan 80’ler hakkında gerekse Galler ve dolayısıyla Büyük Britanya hakkında tatmin edici bilgiler veriyor. Nitekim; bu, yönetmenin oluşturduğu parlak karakterlere filmin her parçasında artı bir ivme kazandırıyor. Böylece filmin; geçtiği dönem hakkında doyurucu enstanteler vermesinin total olarak filme yadsınamaz bir gelişim kazandırdığını tekrar görmüş olduk. Yakın zamanda buna An Education ve Never Let Me Go adlı yapımlarda da şahit olmuştuk.

Bu türün ilk örneklerinden olan The 400 Blows‘un açtığı bu riskli ama keyifli yolda Submarine, farklı olmayı başarıyor. Zihin yormayan anlatım, eğlenceli ve parlak geçişler ile Wes Anderson‘dan miras pastelle karışık renkler filme çok güzel bir hava katmış.  Jean-Pierre Melville hayranı olduğunu, Fransız yeni akımından esinlendiği çokca belli olan Richard Ayoade ise, daha ilk uzun metraj denemesiyle turnayı gözünden vurmuşa benziyor. Akılcı ve yenilikçi bir anlayışı benimseyen Ayoade‘yi bundan sonra takip etmek elzem olacak! Film ise şu sıralar çekinmeden izleyip yine çekinmeden başkalarına izlemesi için önerilecek filmler listesinde üst sıralara rahat oynar..